28 Mayıs 2008 Çarşamba

VAH ZAVALLI ÜLKEM!

 
 
Sincan'da elele tutuşan gençlere linç girişimi
Sincan’da, biri 18 diğeri 17 yaşındaki iki sevgili, iddialarına göre el ele tutuştukları için aralarında kadınların da bulunduğu mahallelilerin saldırısına uğradı.

21 Mayıs’ta Sincan Mevlana Mahallesi’nde meydana gelen olayda, ÖSS’ye hazırlanan 18 yaşındaki E.Y., aynı dershanede birlikte eğitim gördüğü kız arkadaşı 17 yaşındaki N.E.’yi alarak, babasına ait otomobille gezmeye çıktı. Evlerinin yakınında bulunan bir sitenin arazisine aracı park eden iki genç, el ele tutuşarak kaldırıma oturdu. Villa tipi evlerin bulunduğu bölgede delikanlı ile kız arkadaşının yanına, elinde kalın bir sopa bulunan 35 yaşlarında sakallı bir kişi geldi.

Fuhuşla suçlandılar

İddiaya göre gençlere, "Ne yapıyorsunuz l.. burada" diyerek bağıran saldırgan, elindeki sopayla genç kızın bacaklarına vurmak istedi. Delikanlı, sopayı tutarak kız arkadaşını korudu. Saldırgan, bunun üzerine sopayla bu kez delikanlının kafasına vurdu. Bu sırada çevrede bulunan evlerden gelen ve aralarında kadınların da bulunduğu yaklaşık 30 kişi, gençleri kuşattı. Elindeki sopalarla E.Y.’ye vurarak, "Burada fuhuş yapıyorsunuz değil mi?" diyen grup, gençleri kovalamaya başladı. Saldırganlar, kaçmaya çalışan E.Y. ve N.E.’yi taş yağmuruna tuttu. Bu sırada genç kız ayağından yaralandı.

Otomobili polisle aldılar

Otomobili olay yerinde bırakıp kaçan iki genç eve sığındıktan sonra ailelerince Sincan Devlet Hastanesi’ne götürüldü. Kanlar içinde kalan delikanlının kafasına 15 dikiş atıldı ve 24 saat doktor gözetimi altında tutuldu. Genç kız ise ayağındaki yaralar tedavi edildikten sonra evine gönderildi. Olay yerinde kalan otomobil ise polis nezaretinde alınabildi. Olayın ardından delikanlının ailesi Fatih Karakolu’na giderek saldırganlar hakkında şikayetçi oldu.

Kaçmasam ölürdüm

Polise olayı anlatan delikanlı, "Kaçmasaydım öldürüleceklerdi" dedi. Hürriyet’in sorularını yanıtlayan ve yaşadığı günü hiç unutmadığını söyleyen delikanlı, olayı şöyle anlattı: "Kafama sopayla vurulduğunda bayılıyorum zannettim. Kadınların da aralarında bulunduğu yaklaşık 30 kişi bizi kovalıyor ve arkamızdan taş atıyordu. Yüzüm kanlar içinde kalmıştı; ancak kız arkadaşıma sürekli koşmasını söylüyordum. İkimizde çok korktuk. Eğer birimiz yere düşseydik kesin öldürürlerdi. Eve nasıl geldiğimizi hatırlamıyorum."

Adeta ’recm’

E.Y.’nin annesi S.Y. ise, Sincan’da hayati tehlikelerinin olduğunu ve evlerini taşımaya hazırladıklarını söyledi. S.Y. şunları söyledi: "Oğlum eve geldiğinde kanlar içindeydi. Hemen hastaneye götürdük. Ne olduğunu anlatamıyordu. Çok korkmuş görünüyordu. İlk önce kaza yaptığını düşündük. Tedavisinin ardından olayı anlatınca şok geçirdik. İki genç el ele tutuştu diye adeta recm edilerek öldürülmek istendi. İki kişiyi öldürmeye çalışan bu insanlar hala aramızda yaşıyor."

İşte polis ifadesi

OLAY sonrası genç kız şikáyette bulunmazken, E.Y.’nin ailesi, ilk şoku atlattıktan sonra 25 Mayıs’ta Sincan Fatih Merkez Karakolu’na giderek suç duyurusunda bulundu. E.Y.’nin tutanaktaki ifadesi aynen şöyle: "21.05.2008 günü saat 16.30 sıralarında 06 ... ... plakalı aracımla 1990 doğumlu N.E. isimli açık adresini bilmediğim (0546 ...) numaralı cep telefonunu kullanan kız arkadaşımla birlikte araç içinde gezdiğimiz sırada, Törekent içinde tam olarak adresini bilmediğim 17. cadde üzerinde bir yerde aracı park ettim ve kız arkadaşımla kaldırımda oturduğumuz sırada, 35 yaşlarında, sakallı, eşkaline dikkat etmediğim bir şahıs gelerek, ’Ne yapıyorsunuz burada?’ diyerek üzerimize yürüdü. Kız arkadaşım araca binmek istedi. Yüzünü göremediğim birkaç kadın, kız arkadaşımı kovaladılar. Bu sırada sakallı şahıs sopayla kafama vurdu. Kaçmaya başladım. Kafamın kanadığını görünce yerden bir taş alarak geri gelmek istedim. Olay yerinde 10-15 kişi görünce geri döndüm. Sincan Devlet Hastanesi’nden doktor raporumu alarak karakola geldim. Olaydan dolayı beni darp eden şahıslardan davacı ve şikáyetçiyim. Yakalandıklarında gerekli cezanın verilmesini istiyorum."

27 Mayıs 2008 Salı

Diyanet: Flört 'cinsi sapmaya' götürür!

 
Diyanet'e göre flört etmek zina sayılıyor, yabancı kadınla erkeğin baş başa kalması yasak, kadının parfüm sürmesi edepsizlik, çalışması sakıncalı...

Diyanet İşleri Başkanlığı, Kuran’da zina ve fuhuşun büyük günahlar arasında sayıldığını hatırlatarak flörtün de ‘zina’ olduğunu savundu. Bir kadının yabancı bir erkekle baş başa kalmasının ‘tahrik edici’ olduğu ve zinaya yol açabileceği uyarısında bulunan Diyanet, Hz. Peygamber’in kadınların kendi evleri dışında, başkalarına hissettirecek derecede koku sürmelerini hoş karşılamadığını ve bunu ‘edep dışı bir davranış’ olarak değerlendirdiğini belirtti.

Radikal Gazetesi'nin haberine göre Diyanet İşleri Başkanlığı’nın internet sitesindeki cinsel hayat ve yasaklarla ilgili yazıda özetle şöyle deniyor:

Dil, ağız, göz zinası

“Kur’an’da zina ve fuhuş büyük günahlar arasında sayıldığı, zinanın dünyevi ve uh- revi cezasından söz edildiği gibi, erkek ve kadınların gözlerini haramdan korumaları, avdet yerlerini örtmeleri emredilmiş, böylece zinaya giden yolun bir yönüyle kapanmış olacağına işaret edilmiştir. Bir hadiste Hz. Peygamber dil, ağız, el, ayak, göz gibi organların zinasından söz ederek zinaya zemin hazırlayıcı her türlü gayrimeşru ilişkinin, flört ve beraberliğin de bu nevi zina olduğunu belirtmiş, bunlardan da sakındırmıştır. Çünkü iffet ve namus bir bütün olup, o ancak onu lekeleyecek her türlü kötülük ve yanlışlıktan uzak kalınarak korunabilir.”

‘Cinsi uyarıcı’

“Erkek ve kadın bir diğeri için cinsi uyarıcıdır. Bu sebeple yabancı (aralarında evlilik bağı veya devamlı evlenme engeli bulunmayan) erkek ve kadınların birbirlerine karşı mesafeli davranmaları gereklidir. Yine, yabancı bir kadının yabancı erkekle baş başa kalması da doğurabileceği sakıncalı sonuçlar dolayısıyla yasaklanmıştır. Hadislerde, aralarında nikâh bağı veya devamlı evlenme engeli bulunmayan bir erkek ile bir kadının, başkalarının görüşüne açık olmayan kapalı bir mekânda baş başa kalmaları yasaklanmıştır. Bir hadiste Hz. Peygamber ‘Kim Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsa, yanında mahremi olmayan bir kadınla yalnız kalmasın; çünkü böyle bir durumda üçüncüleri şeytandır’ buyurmuştur. Böyle bir durum karşı cins için tahrik edicidir, zinaya veya dedikoduya ve tarafların iffetlerinin zedelenmesine yol açabilir.”

‘Namus lekesi’

“Kötülüğün önlenmesi kadar ona giden yolların kapatılması da önemlidir. Öte yandan iffet ve namus lekelendiğinde geri dönüşü ve telafisi olmayan bir zarar ortaya çıkmış ve temel bir kişilik hakkı ihlal edilmiş olur. Bu sebeple anılan muhtemel olumsuz sonuçları önlemek gayesiyle kadının yabancı bir erkekle kapalı mekânda baş başa kalması, yanında mahremi bulunmadan yolculuk etmesi uygun görülmemiştir. ‘

Koku sürmede edepsizlik

‘Cinsi uyarıcılık özelliği bakımından kadınların durumu çok daha fazla hassasiyet gösterir. Bunun için, kadınların daha da dikkatli davranmaları istenmiştir. Yabancı erkeklerle konuşurken kadınların, kalpte şüphe uyandırmayacak ve karşısındaki kişiyi yanlış anlamaya süreklemeyecek tarzda ciddi ve ağır başlı olarak konuşmaları, süs ve endamlarını yabancılara göstermemeleri, sokağa çıktıklarında güzelce örtünmeleri bu gayeye matuf emirlerdir. Hz. Peygamber, kadınların kendi evleri dışında, başkalarına hissettirecek derecede koku sürünerek dolaşmalarını hoş karşılamamış ve bunu edep dışı bir davranış olarak değerlendirmiştir.”

Diyanet topu yayıncıya atmıştı

Diyanet Vakfı’nın geçen eylül ayında Kocatepe Camii avlusunda düzenlediği kitap fuarında satılan bazı kitaplarda tokalaşmanın zinaya, karma eğitimin ve flörtün insanları ‘cinsi sapmalara’ götürdüğü anlatılıyordu. Haberlerin ardından açıklama yapan Diyanet, kitapların sorumluluğunun yayınevlerine ait olduğunu vurgulamıştı.

AKP'ye oy için yemin ettirip altın verdiler

Antalyalı Yücel Keleş, AKP'lilerin, 2009 yerel seçimleri hazırlıklarında "oy vereceğine ilişkin" yemin ettirerek altın dağıttığı iddiasıyla cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulundu.

Kalbindeki rahatsızlık nedeniyle yaklaşık 6 aydır çalışmayan Yücel Keleş (42), çevresindekilerin önerisiyle AKP İl Başkanlığı'ndan yardım istedi. Parti binasında yerel seçimlerde AKP'ye oy vermek için yemin ettirildiğini ve birkaç gün sonra evine iki poşet kuru gıda yardımı geldiğini anlatan Keleş, şöyle dedi:

"10 Mayıs'ta da evime kara çarşaflı iki kadınla, sakallı bir adam geldi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın talebi üzerine geldiklerini, yemin etmem durumunda bana altın vereceklerini söylediler. Aptesimin olup olmadığını sordular, ardından da Kuran çıkarıp, üzerine yemin etmemi istediler."

Gelen kişilerin isteği üzerine Kuran'a el basarak "Mart 2009 yerel seçimlerinde AKP'ye oy vereceğim vallahi, billahi" dediğini belirten Keleş, ardından kadınların siyah bir keseden altın çıkarıp kendisine verdiğini ve ellerindeki listeden adının üzerine çarpı konduğunu anlattı.

Keleş, bir süre sonra bu yeminden ve AKP uygulamalarından rahatsızlık duyduğunu ve seçimlerde de partiye oy vermeme kararı aldığını ifade ederek, "Hocalardan biri oy vermezsem çarpılacağımı, bir diğeri ise para dağıtırsam kurtulacağımı söyledi. Müftülüğe gidecekken, bir başkası savcılığa başvurmamı önerdi" diye konuştu. Konuyla ilgili dün Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulunan Keleş, AKP'nin insanları parayla satın almaya çalıştığını ve bunun gurur kırıcı olduğunu söyledi.

Demokrasi mi, yasaklar rejimi mi?

Bu özet kullanılabilir değil. Yayını görüntülemek için lütfen burayı tıklayın.

Ve Şerif Mardin sahnede: KEMALİZM KURU BİR İDEOLOJİ!

www.sonsaniye.netProf. Dr. Mardin Kemalizmi yaylım ateşine tuttu. Ünlü sosyolog kuru bir ideoloji olarak gördüğü Kemalizm için 'insanlara doğru şeyler veremiyor' dedi.

Sabancı Üniversitesi Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Şerif Mardin, Kemalizmi yaylım ateşine tuttu. Ünlü sosyolog kuru bir ideoloji olarak gördüğü Kemalizmin insanlara güzel ve doğru şeyleri veremediğini savundu.

MAHALLE BASKISI POLİTİZE EDİLDİ

Cemal Reşit Rey (CRR) Konser Salonu'nda, Sosyal Sorunları Araştırma ve Çözüm Derneği'nin (SORAR), düzenlediği ''Mahalle Baskısı'' konulu tartışmaya katılan Prof. Dr. Şerif Mardin, ''(Mahalle baskısı) kavramını politik sürecin içine sokmadan önce kavramın kendisini anlamak lazım'' diye konuştu.

KEMALİZM KURU BİR İDEOLOJİ

'Yurtta Sulh Cihanda Sulh' sözlerinin derinlikli bir felsefenin ürünü olmadığını aktaran Şerif Mardin, Kemalizmi kuru bir ideoloji şeklinde tanımladı. Kavramın Türkiye'de tartışılmasının bugüne kadar mümkün olmadığını belirten Mardin, tartışan kişinin hayatının kalan günlerini hapishanede geçireceğini iddia etti:

"Kemalizm hakkında uzun çalışınca ne kadar kuru bir ideoloji olduğunu rahatlıkla anlayabiliyorsunuz. Bu ideoloji topluma iyi, güzel ve doğru hakkında hiçbir şey verememiştir."

Mardin, mahallenin sosyal bir süreç olduğunu belirterek, Osmanlı İmparatorluğunda mahallenin gerçek bir birim olduğunu ve mahallenin o dönem ayrıntılı biçimde insan yaşayışının bir alanını ortaya çıkardığını söyledi.

LAİKLİĞİ TARTIŞMIYORUZ

Tartışmaya katılan bir izleyicinin ''İslami yükseliş, laik toplumun çöküşü olur mu ?'' şeklindeki sorusu üzerine Mardin, şu yanıtı verdi:

''Türkiye'de hiçbir konuyu sonuna kadar tartışma geleneği yoktur. Başbakan 'laikliği tartışmıyoruz' dediği zaman bunun çok derin bir seviyede doğru olduğunu düşünüyorum. Laikliği tartışmaktan korkuyoruz. Yani laikliği tartışırsanız günlerinizi hapiste geçirebilirsiniz.''

Mardin, Avrupa'da yüzyıllarca insanların, özellikle laik grubun ''iyi'', ''doğru'' ve ''güzel'' kavramları konusunda tartıştığını ve bu konularda birikim oluşturduğunu kaydederek, ''Bizde 'iyi', 'doğru' ve 'güzel'in derinlemesine bir tartışması yok. Orada binlerce sayfa bulamazsınız. Bunları bulamadığınız zaman göz kalıyor. Göz ve bakma, paradoksal olarak mahalle baskısı unsurlarından biri gibi geliyor'' dedi.

Gazeteci Ruşen Çakır'ın yönettiği tartışmaya konuşmacı olarak katılan Prof. Dr. Binnaz Toprak, Prof. Dr. Ali Yaşar Sarıbay, Prof. Dr. Fuat Keyman, Doç. Dr. Nejdet Subaşı ve Dr. Hidayet Şefkatli Tuksal da konuya ilişkin görüşlerini dile getirdiler.

Uçakta "namahrem koltuk" krizi

Hollanda Kraliyet Havayolları’na ait uçaktaki türbanlı bir Türk kadının ’namahrem’ olduğunu söyleyerek yanında oturan Hollandalı erkek yolcuyu yerinden kaldırtması krize neden oldu

KLM’ye ait bir uçakta namahrem krizi yaşandı. NTV’nin haberine göre Amsterdam’a varmak üzere İstanbul Atatürk Havalimanı’ndan kalkan uçaktaki türbanlı bir Türk kadın, İslam dinine göre bir erkekle yan yana oturmasının günah olduğu gerekçesiyle yanındaki yolcunun kaldırılmasını istedi. Bu talep üzerine kadın yolcunun yanında oturan Hollanda iktidar partisi CDA’nın Amsterdam Belediye Meclisi üyesi Lex van Drooge koltuğundan kaldırıldı. Van Drooge, Hollanda’ya iner inmez durumdan şikayetçi oldu. Van Drooge sonradan basına yaptığı açıklamada, “Demek ki böyle durumlarda nasıl davranmamız gerektiğini bilmiyoruz” diye konuştu.

’KLM İslam’a boyun eğdi’

Hollanda basını da haberi, “KLM İslam’a boyun eğdi” başlığıyla duyurdu. Şirket yetkilileriyse kabin görevlileri hakkında soruşturma başlattı ve bir açıklama yapılarak böyle bir uygulamanın kabul edilemeyeceği belirtildi ve neden erkek yerine kadın yolcunun yerinin değiştirilmediğinin henüz açıklığa kavuşmadığı söylendi.

BELEDİYE MECLİS ÜYESİ

Şikayet üzerine yerinden kaldırılan Hollanda iktidar partisi CDA’nın Amsterdam Belediye Meclisi üyesi Lex van Drooge, ülkesine iner inmez şikayetçi oldu. Hollanda basını da uçakta yaşanan namahrem krizine geniş yer verdi.

22 Mayıs 2008 Perşembe

Danıştay'dan Yargıtay'a destek

Bu kez de Danıştay’dan hükümete karşı yanıt
Ankara’da yüksek yargı ile hükümet arasında gerginlik giderek tırmanıyor. Yargıtay Başkanlar Kurulu’nun yayınladığı bildiriye dün çok sert bir karşılık veren hükümete bu kez de yüksek yargının bir diğer kalesi olan Danıştay’dan karşı cevap geldi.

Danıştay Başkanlar Kurulu, yargıyı doğrudan ilgilendiren konularda yargı organlarının görüşlerini kamuoyuyla paylaşmalarının siyasi bir niteliği bulunmadığını bildirdi.   

 

Danıştay Başkanlığından yapılan basın açıklamasında, Devlet Bakanı ve Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek tarafından yapılan açıklamanın “yarattığı rahatsızlık nedeniyle” Danıştay Başkanlar Kurulunun, bugün toplandığına özellikle vurgu yapıldı.

 

Hükümet, dün kendisini eleştiren Yargıtay Başkanlar Kurulu bildirisine şu ifadelerle tepki göstermişti:    

 

Ne anayasamız ne de yasalarımız Yargıtay Başkanlar Kurulu’na böyle bir görev ve yetki vermemiştir. Bu itibarla, yayınlanan bildirinin yalnızca demokratik meşruiyeti değil, hukuki meşruiyeti de yoktur. Bu, siyasi bir bildiridir, hiçbir şekilde kabul edilemez. Anayasamıza göre yargı, millet adına karar vermektedir ancak bu durum, millet adına konuşma yetkisine sahip olduğu anlamına gelmez.’

 

İşte Danıştay da bu cümlelere yanıt veren bir açıklamayı akşam saatlerinde yayınladı. Açıklamada, toplantıya ilişkin görüşlerin kamuoyu ile paylaşma gereği duyulduğu ifade edilerek şöyle denildi:     

 

YARGITAY AÇIKLAMASI SİYASİ DEĞİL

 

“Öncelikle belirtmek isteriz ki yargıyı doğrudan ilgilendiren konularda yargı organlarının görüşlerini kamuoyuyla paylaşmalarının siyasi bir niteliği bulunmamaktadır. Yasama ve yürütme organları nasıl yetkilerini halk oylaması ile kabul edilen 1982 Anayasası'ndan alıyorlar ise yargı da Türk milleti adına kullandığı yetkisini aynı anayasadan almaktadır. Yetkisini Anayasa'dan alan organların meşruiyetlerinin tartışmaya açılması, bu organların kamuoyundaki güvenilirliklerini zedeleyeceği gibi böyle bir yaklaşımın devleti zaafa uğratacağı gerçeği de gözlerden uzak tutulmamalıdır.”

 

Yargıtay Başkanlar Kurulu adına dün yayınlanan muhtıra gibi bildiride, ’yargı erkine yönelik sistemli saldırıların cumhuriyetin temel ilkelerini zedelediği’ vurgulanmıştı. Hükümet sert dille eleştirilerek, "Dilediği her şeyi yapabilme yetkisini halktan aldığı gibi şaşırtıcı inançla, Türk yargısını etkileme gayretine girmek suretiyle, kapatma davasında lehe sonuç alma heves ve yöntemleri sıklıkla denenir olmuştur" denilmişti.

 

Danıştay da bugünkü açıklamasına şöyle devam etti:

 

YASAL DAYANAKLAR ANA MADDELER

 

‘Yargıyı ve yargılama sürecini ilgilendiren konulardaki Anayasal ve yasal değişiklik çalışmaları hakkında yüksek yargı organlarının açıklama yapmaları, yasama organının faaliyet alanına müdahale olarak görülmemeli; varlık nedenleri arasında, gücünü aldığı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 1 ila 3'üncü maddelerinde öngörülen ve 4’üncü maddesine göre değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek olan Cumhuriyetin temel ilkelerini de koruma görevi bulunan yargı organının işlevinin bir parçası olduğundan kuşku duyulmamalıdır.’

 

DANIŞTAY YETKİ SAPTIRMASINA KIZGIN: KAYGI İLE İZLİYORUZ

 

Öte yandan; yargının demokratik meşruiyetinin tartışmaya açılmış olmasını kaygı ile izliyoruz. Anayasa'nın 6'ncı maddesine göre egemenlik yetkisi kayıtsız şartsız millete ait olup; Türk Milleti, egemenliğini Anayasa'nın koyduğu esaslara göre yetkili organları eliyle kullanmaktadır. Hiçbir kimse veya organ, Anayasa'dan kaynaklanmayan Devlet yetkisini kullanamaz. Anayasa'nın bu hükmüne bağlı olarak da yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılmaktadır.

 

YETKİ ANAYASADAN

 

Görüldüğü üzere; yasama ve yürütme organları nasıl yetkilerini halk oylaması ile kabul edilen 1982 Anayasası'ndan alıyorlar ise; yargı da, Türk Milleti adına kullandığı yetkisini aynı Anayasa’dan almaktadır…

 

YARGIYA ETKİ ETMEYE ÇALIŞAN HERKESE TEPKİ

 

Ayrıca, 10 Mayıs 2008 tarihli Danıştay'ın kuruluş yıldönümü, Danıştay ve İdari Yargı Günü nedeniyle Danıştay Başkanı tarafından yapılan açış konuşmasında da ifade edildiği üzere, yargıya intikal eden konularda,  uluslararası çevrelerin de katılımıyla yargı organlarını yönlendirme ve etki altına alma girişimlerini doğru bulmuyor ve bu konudaki müdahalelere öncelikle Hükümetin karşı çıkması gerektiğini düşünüyoruz.

 

YARGITAY BİLDİRİSİ GİBİ

 

Bu bağlamda, Yargıtay Başkanlar Kurulu kararında da sözü edilen yargı Reformu Strateji Taslağı'nın anayasal kurumlar olan Türk yargı organları yerine, Avrupa Birliği temsilcileri ile paylaşılmış olmasını,  bağımsızlık ilkesi ile bağdaşır bulmuyoruz.

 

Bu ve bundan önceki açıklamalarımızın Yüce Türk Ulusuna yakışır,  evrensel ölçülerde bağımsız bir yargıyı amaçladığını kamuoyunun takdirlerine sunuyoruz.”

21 Mayıs 2008 Çarşamba

Cemil Çiçek'den AKP adına yanıt !

AKP'den Yargıtay Bildirisi'ne sert yanıtDevlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, Yargıtay Başkanlar Kurulunun bildirisine, “Yayınlanan bildirinin yalnızca demokratik meşruiyeti değil, hukuki meşruiyeti de yoktur. Bu siyasi bir bildiridir ve hiçbir şekilde kabul edilemez” diyerek tepki gösterdi.

AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat ve AKP Başkanvekili Sadullah Ergin ile birlikte TBMM'de basın toplantısı düzenleyen Çiçek, Yargıtay Başkanlar Kurulunun bildirisinin demokrasi ve hukuk sistemi adına çok büyük bir talihsizlik olduğunu ifade ederek, Yargıtay Başkanlar Kurulu'nun, “bildiri yayınlamak gibi bir görev ve yetkisine kesinlikle sahip olmadığını” belirtti.

“Yargıtay Başkanlar Kurulunun bugün yayınladığı bildiri, demokrasimiz ve hukuk sistemimiz adına çok büyük bir talihsizlik olmuştur” diyen Çiçek, her şeyden önce Yargıtay Başkanlar Kurulunun, bildiri yayınlamak gibi bir görev ve yetkiye kesinlikle sahip olmadığını kaydetti.

Çiçek, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Demokratik hukuk sistemimizde, kaynağını anayasadan ya da yasalardan almayan hiçbir yetki millet adına kullanılamaz. Ne Anayasamız ne de yasalarımız Yargıtay Başkanlar Kurulu'na böyle bir görev ve yetki vermemiştir. Bu itibarla, yayınlanan bildirinin yalnızca demokratik meşruiyeti değil, hukuki meşruiyeti de yoktur. Bu, siyasi bir bildiridir ve hiçbir şekilde kabul edilemez.

Dikkat çekici bir başka husus da Yargıtay Başkanlar Kurulu'nun, milletimiz adına ve bütün bir yargı erkini temsilen konuşma hakkını kendinde görmesidir. Anayasamıza göre yargı, millet adına karar vermektedir. Ancak bu durum, millet adına konuşma yetkisine sahip olduğu anlamına gelmez; doğrudan milletimizden aldığı temsil yetkisiyle görev yapan yasama ve yürütme organlarını hedef alma hakkı vermez. Bildirinin içeriği bir çok açıdan sorunludur.”

“MAHKEMEYİ ETKİLEMEYE DÖNÜK, HUKUK DIŞI TAVIR...”

Çiçek, Yargıtay Başkanlar Kurulu'nun, Anayasa Mahkemesi'nde görülmekte olan parti kapatma davası bağlamında “iddianameyi kutsayan ve eleştirilmez kabul eden bir yaklaşımla iddianameden yana davaya taraf olduğunu” söyledi.

Anayasa'nın 10. ve 42. maddelerindeki değişiklikle ilgili davanın Anayasa Mahkemesi'nde karara bağlanma arifesinde yayınlanan bu bildirinin, açıkça mahkemeyi etkilemeye yönelik, hukuk dışı bir tavır olduğunu ifade eden Çiçek, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Kamuoyundaki tartışmaları yargı bağımsızlığına müdahale sayan Yargıtay Başkanlar Kurulu, bu bildiriyle yüksek mahkemede görülmekte olan davalara taraf yapılmış, Anayasanın 138. maddesi bizzat kendileri tarafından açıkça ihlal edilmiştir.

YASAMA YÜRÜTMEYE MÜDAHALE VARDIR

Ne yazık ki bildiriyle Yargıtay Başkanlar Kurulu, kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırı olarak yasama ve yürütme organlarının yetkilerine de müdahale etmek istemiştir. Kendilerini her türlü eleştiri ve değerlendirmeden muaf tutarken, başka bir mahkemede görülmekte olan davaları etkileyici beyanlardan kaçınılmamış, yasama ve yürütme organlarına her türlü haksız eleştiri reva görülmüştür.

Haftalardır, devam etmekte olan bir dava süreci, bazı emekli Yargıtay başsavcılarının aleyhte görüşleriyle gazete sayfalarında, televizyon ekranlarında tartışılırken, hatta yüksek mahkemenin istenilen kararın verilmemesi halinde çatışma çıkacağı tehditlerine muhatap olduğu sırada sessiz kalan Yargıtay Başkanlar Kurulu, davalı tarafın kamuoyuna mal edilmiş bir iddianame ve hakkındaki suçlamalara yine kamuoyu önünde verdiği cevapları, bildiriye konu yapmıştır. Bu çelişkilerin izahı kabil değildir.”

“SİYASİ TARTIŞMALARIN TARAFI OLAMAZ”

Yasama ve yürütme faaliyetlerine katılmanın, bu çerçevede tartışmalarda yer almak, eleştiri ve öneriler getirmek, demokratik hukuk sisteminde siyasi bir iş olduğunu belirten Çiçek, “Yargıtay Başkanlar Kurulu, bir siyasi organ değildir, siyasi tartışmaların tarafı olamaz, kendini siyasi muhalefetin yerine koyamaz, bir muhalefet partisi gibi davranamaz. Yasama ve yürütme organlarının faaliyetlerini, Anayasa veya yasa yapma süreçlerini tartışmak, yargının işi değildir” dedi.

Siyasi muhalefetin, siyasi partilere bırakılması gereğine işaret eden Çiçek, sözlerini şöyle tamamladı:

“Unutulmamalıdır ki bu tür bildiriler, yargıyı kaçınılmaz olarak siyasi tartışmaların konusu ve tarafı haline getirmektedir. Yargıyı, bu tartışmaların dışında ve tarafsız tutmak öncelikle yine yargı mensuplarının görevidir. Yargı mensupları, görevlerini yaparken kendi ideolojik ve siyasi görüşlerinden de bağımsız ve tarafsız olmalıdır. Aksi takdirde, yargıyı siyasallaştıran bu tür bildirilerden en fazla zararı yine yargı kurumunun göreceği, vatandaşlarımızın adalet duygusunu ve yargıya güvenini sarsacağı bilinmelidir.”

Basın toplantısında, hazırlanan metni okuyan Çiçek, gazetecilerin soru sorma isteğini kabul etmedi.

Yargıtay'dan Hükümete sert bildiri

Yargıtay bildirisinin tam metniKuruluşunun 85. yılında Cumhuriyetin temel niteliklerinin tartışmalara ve yeni tanımlamalara konu edilmesinden ve Yargı erkine yönelik sistemli saldırıların ivme kazanmasından duyduğu kaygıyla Yargıtay Başkanlar Kurulu; Aşağıdaki görüş ve önerilerini, adına yargı yetkisi kullanmaktan onur duyduğu Yüce Milletiyle paylaşmak gereğini duymaktadır.

Tartışılmaz bir gerçektir ki;

Demokratik, lâik ve sosyal hukuk devleti” idealinin, yüceltmeyeceği kişi ve kurum yoktur.   

 

Cumhuriyetin temel niteliklerini benimseme, sahiplenme ve koruyup yüceltme işlevinde, Devletin temel organları olarak Yasama, Yürütme ve Yargı, Anayasa gereği, uygar bir işbölümü ve işbirliğiyle yetki ve sorumluluk üstlenmiş, erkler arasında üstünlük sıralaması olmadığı, üstünlüğün sadece Anayasa’da bulunduğu ilkesi getirilmiş, yargının bağımsızlığına özellikle vurgu yapılmıştır.

 

Ne var ki;

Bir yıla yakın süreçte ve özellikle son zamanlarda, giderek artan bir biçimde, Yargı erkine yönelik ve hukuk devleti olma ilkesiyle bağdaşmayan sistemli saldırılar, anılan temel ilkeleri zedeler olmuştur.

 

Süreklilik gösteren bu davranışlar, toplumun, çözüm bekleyen sorunlarının ve gerçek gündeminin ötelenmesine, gelişimine harcanması gereken zamanın gereksiz biçimde yitirilmesine neden olur hale dönüşmüştür.

 

Bu cümleden olarak;

Gelişen dünyaya uyumda yetersiz kalan Anayasanın kimi hükümlerinin yenilenmesi konusunda oluşan genel kabulden yararlanılmak suretiyle bir siyasi görüşün istek ve direktifi doğrultusunda bütünü değiştiren bir taslak hazırlattırılarak, “en doğru ve en çağdaş Anayasa” tanımlamasıyla kamuoyuna sunulmuş, Anayasaların en geniş toplumsal mutabakatla, tartışma, uzlaşma ve sahiplenmelerle hazırlanması gerekeceği göz ardı edilmiş, böylece ilk ciddi gerilim, beklenmedik bir zamanda ve hiç de gerekli olmayan yöntemle gündeme yerleştirilmiştir.

 

Taslağın, içeriği itibariyle “lâik cumhuriyet, hukuk devleti ve yargı bağımsızlığı” temel kavramlarıyla önemli ölçüde çelişmesi, haklı tepkilere zemin hazırlamış, o evrede Yargıtay Başkanlar Kurulu, 28.09.2007 günlü bildirisiyle;

 

1- Yürürlükteki Anayasanın özünü ve lâik Cumhuriyetin dayanağını oluşturan ve metne dahil olduğu 176. maddede ifade edilen “Başlangıç” bölümünün sözünde ve özünde kısaltma yapılarak etkisiz hale getirilmesinin kabul edilemeyeceği,

 

2- Anayasanın değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez hükümleri korunur gibi görünse bile başka maddelerde yapılacak değişikliklerle Cumhuriyetin temel ilkelerinin zaafa uğratılmasının benimsenemeyeceği,

 

3- Cumhuriyetin vazgeçilmez temel dayanağını oluşturan ve Yüksek Mahkeme kararları ile çerçevesi isabetle çizilmiş olan lâiklik ilkesinin doğrudan veya dolaylı yeni düzenlemelerle zayıflatılmasının kesinlikle kabul edilemez olduğu,

 

4- Tarafsızlığı tartışma konusu olamayacak, bağımsızlığı ise bir türlü sağlanmak istenmeyen Yargı erki’ni, Yasama ve Yürütmenin denetim ve hakimiyetine daha ziyade çekme niyetini açığa çıkartan önerilerin asla uygun bulunamayacağı,

 

Açıklanan vazgeçilmez ilkeler doğrultusunda ve bu sorumluluk duygusu ile gelişmelerin takipçisi olunacağı”

Yönündeki karşı duruşunu Ulusuna duyurmak zaruretini hissetmişti.

 

Toplumun yoğun ve isabetli refleksi, anılan taslağın yasalaştırılması girişiminde duraksama yaratmış; ancak, Anayasanın 10. ve 42. maddeleriyle ilgili değişiklik, engellenemeyen bir hızla yasalaştırılmıştır.

  

Tüm gelişmeleri izleyip değerlendiren Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Anayasanın ve yasaların kendisine yüklediği sorumluluğun gereği ve tezahürü olarak, yasal yöntemle topladığı kanıtlara dayanmak suretiyle bir siyasi parti hakkında iddianame düzenleyerek Anayasa Mahkemesi nezdinde yargılama ve müeyyide talebinde bulunmuş, ne var ki talebin muhatapları ve onların yandaşları, iddianamenin kurumsal olduğu gerçeğini gözardı ederek, akla, mantığa ve hukuka aykırı tavır, söylem ve yazılarla ve hatta çoğu suç teşkil eden davranışlarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nı, toplumun tepki ve husumetine muhatap kılmaya yönelmişlerdir.

 

Bu türden davranışların, kişisel tatmin duyguları ötesinde, yargılanan siyasi kuruluşa hukuken hiçbir yarar sağlamayacağı, yargılamanın sonucunu da etkileyemeyeceği gözetilmemiş, zaman zaman şiddetini kaybetse de bütünüyle sona erdirilmediği, belki de bilinçli tarzda sona erdirilmek istenmediği gözlenir olmuştur.

 

Süreçte;

Çelişki ve yanlışlıklar sürdürülmüş, açılan davayı Anayasal ve yasal sorumluluk ve yetkinliğiyle hukuka uygun olarak değerlendirilip sonuçlandıracağında hiçbir kuşku bulunmayan Anayasa Mahkemesi’nin, her tür etkiden uzak biçimde yargı yetkisiyle baş başa bırakılması ve sonucun saygıyla karşılanacağı kanısının yaratılması yerine, Anayasa’nın 138. maddesi hükmünü gözardı eder bir sorumsuzlukla, yargıyı etkilemeye yönelik tavır, davranış ve görüş açıklamaları artan bir hızla sergilenmiştir.

 

Yargı huzurunda, kendini ve siyasi teşekkülünü hukuka uygunluk içinde savunmak, ithamların asılsızlığı inancına sahip olunuyorsa kendi karşı kanıtları ve gerekçeleriyle iddiaları çürütmek yerine, “dilediği her şeyi yapabilme yetkisini halktan aldığı” gibi şaşırtıcı bir inançla, Yargıyı ve mensuplarını halka şikayet ederek, hedef göstererek, hatta yabancı kişi ve kuruluşların yardım ve katkılarını sağlayarak, Türk yargısını etkileme niyet ve gayretine girmek suretiyle, açılan kapatma davasında lehe sonuç alma heves ve yöntemleri sıklıkla denenir olmuştur.

 

Son olarak;

Avrupa Birliği genişlemeden sorumlu Komiseri’ne “Yargı Reformu Strateji Taslağı” adıyla bir belge tevdi olunmuş, bu konuda Yargıtay’ca yapılan düzeyli ve hukuki uyarıya hiç de icaplı olmayan biçimde karşılık verilmiş, zamanlaması, biçimi ve içeriği itibariyle kabulü mümkün olmayan böylesi bir taslakla, yürütme erkinin nasıl bir yargı erki yaratmak istediği gün ışığına çıkarılmıştır.

 

Yargı erkinin geleceğini şekillendirecek böylesine ciddi bir taahhüdün, yargıda reformu geçmişten bu yana ısrarla savunan, tüm toplumca benimsenir nitelik ve nicelikte öneriler saptayan ve bu önerileri de Avrupa Birliği temsilcilerine kabul ettirerek geçmiş tavsiye kararlarına yansıttıran Yargıtay’a sunulmadan, görüş, düşünce ve deneyimlerinden yararlanmadan diğer Yüksek Mahkemelerin ve yargı erkinin sair üst organ ve kuruluşlarının ve mensuplarının görüş ve önerilerinden de yararlanma gereksinimi duymadan Avrupa Birliği yetkilisine verilmesinin Devlet sorumluluğuyla bağdaşmayacağı, hiçbir gerekçeye de sığınılarak açıklanamayacağı ortadadır.

 

Kaldı ki, yayımlanmış içeriği itibarıyla reform gibi gösterilen ve gerçekleştirileceği Devletçe taahhüt edilen birçok önerinin, yargı bağımsızlığı adına asla kabul görmeyeceği, yoğunluğunun Avrupa Birliği’nin önceki istişare ve ilerleme raporlarıyla ve keza kabul görmüş uluslararası yargı bağımsızlığı kavramlarıyla büyük ölçüde çeliştiği gözlemlenmiştir.

 

Bu bağlamda;

 

Avrupa Birliği ilerleme raporlarında, Yargıtay’ın da görüşlerine uygun olarak yer alan;

1) Türk yargı erkinin bağımsızlığını zedeler düzeyde, yürütme erki kaynaklı müdahalelerin giderilmesi gereğine ilişkin tavsiyelerin dışlandığı, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun oluşumunda Bakan ve Müsteşarın yer alışının, “milli hakimiyet ilkesine yönelik önemli bir adım” olduğu gerekçesiyle savunulup korunduğu, bununla da kalınmayarak, geçmişte sakıncaları görülerek uygulanmasından vazgeçildiği gözetilmeden, “yargının yasama organına karşı sorumluluğunu temin” adı altında Yasamanın Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na üye seçmesinin gerekliliği ve bu doğrultuda düzenlemeler yapılacağının ifade edildiği, böylece  Yasama erkindeki etkinliğini kullanarak, yargıç ve Cumhuriyet savcıları üzerinde Yürütme Erkinin baskı ve denetiminin geliştirilmek istendiği,

 

2) Yargı mensuplarının yürütme erki güdümünde bir sivil örgütlenme oluşturabilmelerinin öngörüldüğü, bağımsız ve özgür bir kuruluşa izin verilemeyeceği görüşünün öne çıkarıldığı,

 

3) Tüm olumsuz koşullara karşın, yargı işlev ve yetkisini özveriyle yürüten yargıç ve Cumhuriyet savcılarının, her türden engele rağmen ulaştıkları başarı düzeyini takdirle değerlendirmek, özlenen yargı hizmetinin sunulamamasının nedenlerini isabetle saptamak ve diğer erklerin sorumluluğu kapsamındaki eksikleri gidermek yerine, karşılaşılan olumsuzlukların yegane sorumlusu yargı mensuplarıymış gibi bir önyargıyla etik değerlere atıfta bulunulduğu, “yargıya güvenin tartışılması” başlığı altında “…asıl sorumluluk öncelikle yargının kendisine düşmektedir”…  “bu çerçevede hakimlik makamına, bütün kişi ve kuruluşların yanı sıra ve bunlardan da önce olmak üzere bu makamı temsil eden kişilerin saygı göstermesi ve bu makamda bulunmanın onurunu hissedip bu onura uygun tavır ve davranışlar içerisinde bulunmaları vazgeçilmez bir sorumluluktur.” sözleri seçilerek, hiç de yerinde olmayan ifadelerle, ulusal yargının ve mensuplarının yabancılara şikayet edilebildiği esefle gözlemlenmiştir.

 

Bu düşünce, niyet ve tasarrufların, yargı erki adına ve Adli Yargının en üst kurumu olan Yargıtay tarafından asla kabul edilemeyeceği, “bağımsız yargı hedefiyle” bağdaştırılamayacağı, dahil olmayı amaçladığımız Avrupa Birliği müktesebatıyla da uyum sağlamayacağı açıktır.

 

Sorgulamak gerekmektedir ki;

 

Tüm bu gelişmeler, ısrarlı bir biçimde ve sistemli olarak yargı erkinin bağımsızlığının hazmedilemediğini, tarafsızlığı sağlama adı ve aldatmasıyla yürütmeye yandaş, onu koruyup kollayan ve onun tarafından denetlenen bir yargının oluşturulmasının amaçlandığını belgelemeye yetmektedir.

 

Hedeflenen budur !

 

Ancak asla unutulmamalıdır ki;

İnsanlık tarihi, böylesi güdümlü bir yargı ile varlığını sürdürebilen, bireyini güvenli ve mutlu edebilen ve uygarlık yarışında başarılı olabilen hiçbir millet ve devlete tanıklık etmemiştir.

 

Yüce Türk Ulusu ise bağımsızlığı ve etkinliği eksiksiz bir Yargı Erkine her zaman layık olmuştur. 

Yüce Ulus adına yargı yetkisini, bu görüş ve sorumlulukla; kullanmayı sürdüreceğimizi, yargı  bağımsızlığının takipçisi olacağımızı saygıyla duyururuz.

18 Mayıs 2008 Pazar

Sarıklı türbanlı lise sınavı

Sarıklı türbanlı lise sınavıİstanbul’un Fatih ilçesindeki Çapa İlköğretim Okulu’nda açık lise sınavına türbanlı ve sarıklı öğrenciler de girdi. Sınava girenlerle ilgili herhangi bir tutanak düzenlenmedi.

Milli Eğitim Bakanlığı tarafından eğitimde Avrupa standartlarının uygulanması için pilot okul olarak seçilen Çapa İlköğretim Okulu’ndaki açık lise sınavlarına sarıklı ve türbalı öğrenciler de katıldı.  NTV'nin haberine göre, açık lise 2. dönem sınavlarında öğrenciler, kimlik kontrolünün ardından sınava alındı.

Öğrencilerle ilgili bir tutanak tutulmadığı gözlendi.

Okul müdürü ise açıklama yapmaktan kaçındı. Sınavlara kıyafet yönetmeliği aykırı girenler hakkında tutanak tutulması gerekiyor

17 Mayıs 2008 Cumartesi

19 Mayıs Allah'a isyanmış!

 
Saadet Partisi'nin Trabzon Of İlçesi Gençlik Kolları'nın "www.ofgencsaadet.org" adlı resmi internet sitesinde 19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik Spor Bayramı 'Allah'a isyan' olarak tanımlanıyor.

Saadet Partisi'nin Trabzon Of İlçesi Gençlik Kolları'nın "www.ofgencsaadet.org" adlı resmi internet sitesinde 19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik Spor Bayramı'nda yapılan törenlerin "Allah'a isyan" niteliği taşıdığı ileri sürülüyor. Yazıda, "19 Mayıs gelmeden bir ay önce okullar şer yuvası haline geliyor. Bu resmen Allah'a isyan öğretimidir" görüşü savunuldu.

19 MAYIS ALLAH'A İSYAN

Saadet Partisi'nin (SP) Trabzon Of İlçesi Gençlik Kolları'nın "www.ofgencsaadet.org" adlı resmi internet sitesinde 19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı ağır ifadelerle hedef alındı, Kurtuluş Savaşı'nın başlangıcı olan 19 Mayıs da "Allah'a isyan" olarak nitelendirildi. Sitede "arkarizma" kodu kullanılarak yayımlanan yazıda, kız öğrenciler için pornografik ifadelere yer verilerek "19 Mayıs adı altında genç kızların vücutlarının net şekilde ortaya konduğu" ileri sürüldü. Sitenin iletişim bilgilerinde, yazıda kullanılan kod adı ile Teşkilat Başkanı Fahri Hacıcaferoğlu'nun elektronik postasının aynı olması, yazının Hacıcaferoğlu tarafından yazıldığı izlenimi veriyor.

SİTE HAKARETLERLE DOLU

SP Of İlçesi Gençlik Kolları Teşkilat Başkanı Fahri Hacıcaferoğlu'nun "web sorumluluğunu" yaptığı partisinin resmi internet sitesinde "arkarizma" kodu kullanılarak kaleme alınan "19 Mayıs'ı Alet Edinen Ahmaklar" başlıklı yazıda hakarette sınır tanınmadı. 19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı'nda yapılan törenlerin "Allah'a isyan" niteliği taşıdığı ileri sürülen yazıda, "19 Mayıs gelmeden bir ay önce okullar şer yuvası haline geliyor. Ey Müslüman uyan. Bu körlük nereye kadar? Kızını okula veriyorsun, hiç sormuyor musun bu burada neyi öğreniyor? Nasıl giyiniyor? Nasıl okuyor? Okula ver tamam, gerisi önemli değil. Çırılçıplak gitse de sorun değil, okul bu, nasıl olsa eğitiyor. Bu resmen Allah'a isyan öğretimidir" görüşü savunuldu.

'ÖTEKİ DÜNYA' İLE KORKUTMA

Kız öğrencilerin formaları için pornografik benzetmelerden kaçınılmadığı yazıda, okullarda namahrem kuralların uygulanmamasından yakınıldı.

Yazıda, velilerin "öteki dünya" ile korkutulduğu, 19 Mayıs'ın karalandığı, kız öğrencilerin de aşağılandığı belirtilerek şöyle deniliyor:

"19 Mayıs adı altında kızları soyup ortalıklarda dolaştırarak gençlerin maneviyatını köreltmeye çalışıyorlar. 19 Mayıs diye genç kızları resmen soyuyorlar. Dar elbiseler, mini etekler, kısaca vücudunu net bir şekilde ortaya koyacak elbiseler giydirip okullara gelmelerine vesile oluyorlar. Nerde anneler? Hani babalar? Bu kızlar kimin kızları? Namahrem denen bir ilahi kuralı hiçe sayarak elin erkekleri ile sarmaş dolaş olmalarına sebebiyet veren okullarda kızın ne yapıyor, hiç soruyor musun? Yoksa razı mısın? Eyvah, sizin ve bu tür etkinliklere vesile olanların haline. Nice insanların maneviyatını köreltmenin günahını öteki dünyada nasıl vereceksiniz?"

Sitenin iletişim bilgileri bölümünde, "iletişime geçilecek kişi olarak" kendi adını veren Of İlçesi Gençlik Kolları Teşkilat Başkanı Fahri Hacıcaferoğlu, elektronik posta adresi olarak da "arkarizma@gmail.com" adresini veriyor. İletişime geçilecek kişinin elektronik postası ile yazının yayımladığı "arkarizma" unvanı Hacıcaferoğlu'nu işaret ediyor. (Cumhuriyet)

 

Bakan'ın katıldığı açılışı işte böyle izlediler

Yer Kütahya... Dün, Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in de katıldığı Kütahya Ticaret Borsası tarafından türlü kişi ve kuruluşların desteğiyle yaptırılan Bölcek İlköğretim Okulu'nun açılış töreni yapılıyordu. Bakan Çelik, kürsüde konuşuyor, "Lafla Atatürkçülük, lafla çağdaşlık olmaz. Çağdaşlık da Atatürkçülük de icraatla olur" diyordu. Bir grup kadın ise Bakan'ı ve açılış törenlerini yüzlerini tamamen kapattıkları ilginç kıyafetleriyle işte böyle izliyordu.

İŞTE AÇILIŞTAN FOTOĞRAFLAR..

Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, “Lafla Atatürkçülük, lafla çağdaşlık olmaz. Çağdaşlık da Atatürkçülük de icraatla olur” dedi.

Hüseyin Çelik, Kütahya Ticaret Borsası tarafından türlü kişi ve kuruluşların desteğiyle yaptırılan Bölcek İlköğretim Okulu'nun açılışında yaptığı konuşmada, bu okulun devlet ve ulus işbirliğinin en güzel örneklerinden biri olduğunu söyledi.    

AK Parti iktidarı döneminde okullara 600 bin bilgisayar gönderildiğini, öğrenci kitlesinin yüzde 90'ının internetten yararlandığını belirten Çelik, “Köylerdeki çok sayıda devredışı kalmış okulları bir tarafa bırakırsanız, faal olarak Kütahya'da kullanılan her 3 derslikten biri bizim iktidarımız döneminde yapılmıştır. Bu dersliklerde özel sektörümüzün çok büyük katkısı vardır.

Biz, bir şeyi programa koyarız, parasını ayırır, başlar ve bitiririz. Lafla Atatürkçülük, lafla çağdaşlık olmaz. Çağdaşlık da Atatürkçülük de icraatla olur. Atatürk'ün bize gösterdiği çağdaş medeniyet seviyesinin üzerine sloganla çıkamayız.”

Kütahya'da, hayırsever vatandaşlar tarafından 44 okulun yaptırıldığını ya da inşaatının sürdüğünü ifade eden Çelik, bu işbirliğinin süreceğini anlattı.

Çelik'e, Kütahya Ticaret Borsası Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Altınkaya tarafından Dumlupınar Şehitliği maketi verildi.

Kurdeleyi keserek binanın açılışını yapan Çelik, beraberindekilerle okulu gezdi.

KÜRESELLEŞME SÜRECİNDE TÜRKİYE

Bakan Çelik, Kütahya Belediyesi Kültür Sarayı'nda düzenlenen “Küreselleşme Sürecinde Türkiye” konulu konferansa katıldı.

Çelik, burada yaptığı konuşmada, küreselleşmenin; “hizmetlerin ve sermayenin serbest dolaşımı” olduğunu söyledi.

Küreselleşme kavramının kimi kişilerce “iletişim ve ulaşım araçlarının gelişmesiyle birlikte dünyadaki fikri yakınlaşma ve bir yere varmanın kolaylaştırılması” olarak tanımlandığını ifade eden Çelik, şunları kaydetti:

“Bugün iyi bir dizüstü bilgisayarınız ve cep telefonunuz varsa Kanada'da oturup Singapur'daki işletmenizi idare edebilirsiniz. Bugün birçok yerde çağrı merkezleri var. ABD'deki firmanın çağrı merkezini arıyorsunuz. Karşınıza operatör çıkıyor ve istediğinizi yapıyor. Ancak bu kişi ABD'de değil, Hindistan'da oturuyor. Ekonomik olarak bugün dünyada herşey küreseldir. Hukuk, siyaset, spor ve hatta terör bile küreseldir artık. New York'taki borsada biri öksürünce İMKB'de insanlar grip oluyor. Tokyo Borsası'nda dalgalanma olunca burada deprem meydana geliyor. Dünya böyle bir dünya oldu.”

“Biz büyük bir devletiz, kendimize yeteriz, kendimiz üretir, kendimiz tüketiriz” anlayışının küreselleşme olgusu karşısında zayıf kaldığını anlatan Çelik, küreselleşmenin zengini daha zengin, yoksulu daha yoksul, güçlüyü daha güçlü yapan bir tarafının bulunduğunu anlattı.

“Küreselleşmeyi görmezlikten gelmemiz, yok saymamız; küreselleşmenin bizi görmediği ve yok saydığı anlamına gelmez” diyen Çelik, küreselleşme sürecinin sürdüğünü ve bu çarkın herkesi içine alıp götürdüğünü ifade ederek, şöyle konuştu:

“Bizim Türkiye olarak medeni dünyadan kopmak gibi bir lüksümüz olamaz. Biz eğer başımızı kuma sokarsak, bu ipek böceği politikasıdır. İpek böceği etrafına kozayı örer ve sonunda haşlanır. Türkiye yol ayrımındadır. Ulusalcı fukaralık ve içe kapanmadan mı yoksa ulusal zenginlik ve açılımdan yana mı olacağız? Buna karar vermeliyiz.”

15 Mayıs 2008 Perşembe

Erdoğan'a Adana'da miting alanında şok kalabalık!

Babakan Erdoğan'ın Adana programı, AKP'li Büyükehir Belediyesi'nin günlerce yürüttüğü seferberliğe rağmen Adanalılar'dan rağbet görmedi. Erdoğan Seyhan'da yaklaık 1500 kişiye hitap edebildi,

AKP'li Adana Büyükehir Belediyesi'nin kalabalık olması için günlerdir seferberlik yürüttüğü Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Seyhan'daki açılışlarına sadece bin 500 kadar kişi katıldı.

Erdoğan' ın Seyhan Kültür Merkezi'yle birlikte 24 tesisin toplu açılış törenine katılmayı programına almasının ardından AKP'li Büyükşehir Belediyesi kentin sokaklarını afiş ve pankartlarla donatarak, vatandaşları törene katılmaya çağırdı . Vatandaşların tören alanına rahatça gidebilmeleri için de ücretsiz otobüs seferleri düzenledi. İkisi merkez ilçe biri büyükşehir olmak üzere üç AKP'li belediye de çalışan 3 bini aşkın kişiye 'mitinge katılın' çağrısı yapıldı .

Ancak Erdoğan dün törenin yapılacağı alana geldiğinde sadece 1500-2bin kişi toplanmıştı . Katılanlara dağıtılmak üzere hazırlanan 10 bin şişe su fazla gelince, miting sonunda isteyen istediği kadar alabildi.

Erdoğan törendeki konuşmasında bir Adana türküsüne göndermede bulunarak icraatlarını anlattı.

http://www.milliyet.com.tr/default.aspx?aType=SonDakika&Kategori=siyaset&ArticleID=544669&Date=15.05.2008&ver=73

Başbakanlık'ın çuval skandalı!

Erdoğan'ı eleştirdi diye başına çuval geçirip dövdüler.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Antalya gezisi sırasında protesto gösterisinde bulunan Ertuğrul Sağlam isimli vatandaş, Başkanlık korumaları tarafından kendisine işkence yapıldığını iddia etti. Sağlam, korumalar tarafından 2 saat kendisine işkence yapıldığını, küfür edildiğini ve gözleri bağlı bir şekilde ıssız bir bölgeye götürüldüğü iddialarıyla suç duyurusunda bulundu.

Başbakan Erdoğan'ın 11 Mayıs tarihinde Antalya gezisi sırasında Şarampol Kapalı Yol girişinde "65 yaşında emeklilik getirdiniz. İnsanları üç kuruşu mahkum ettiniz. Asgari ücretliyi perişan ettiniz" diye bağırarak protesto gösterisinde bulunan Ertuğrul Sağlam isimli bir vatandaş korumalar tarafından kendisine işkence yapıldığını ileri sürdü.

-"SÜREKLİ DÖVÜP KÜFÜR ETTİLER"-

Adli Tıp Kurumu'na giderek rapor alan Sağlam, daha sonra Antalya Cumhuriyet Savcılığı'na suç duyurusunda bulundu. Sağlam suç duyurusunda yaşadığı olayı şöyle anlattı:
"11 Mayıs günü saat 17.00. sıralarında Şarampol Kapalı Yol girişinde, Başbakan Tayyip Erdoğan'nın konvoyu geçerken '65 yaşında emeklilik getirdiniz. İnsanları üç kuruşu mahkum ettiniz. Asgari ücretliyi perişan ettiniz' diye bağırdım. Ancak birden çevremi Başbakanlık özel korumaları sardı. Bana vurmaya başladılar. Daha sonra 06 VAC 07 plakalı araçlarına bindirdiler. Göz bandı taktılar ve başıma poşet geçirdiler. Antalya'yı bilmedikleri için kendi aralarında tenha bir yer bulmak için konuştular. Arabada 4 kişiydiler. Bu sırada 'senin yanına silah koyacağız, eroin koyacağız, öldürüp atacağız' şeklinde tehdit ediyorlar, bir taraftan ağza alınmayacak şekilde sinkaflı küfür ediyorlardı. Yaklaşık 20 dakika sonra bir yere geldik. Arabada sürekli dövdüler. Dayak ve işkence yaklaşık yarım saat kadar sürdü. Daha sonra arabadan indirdiler. Dayak ve tehdit burada da devam etti. Bu sırada göz bağım açıldı. Bana 'biz bu işlerle uğraşıyoruz. Zamanımız bol. Seni herhangi bir yerde görürsek tekrar alacacağız' diye tehdit ederek, orada bıraktılar ve arabayla gittiler. Arabanın plakasını bu sırada aldım. Şüphelilerin saldırısı sonucu belimden, kafamdan ve bacaklarımdan yaralandım, ağır darbeler aldım."

-DAĞA KALDIRMA CEZASI-

Sağlam'ın avukatı Münip Ermiş ANKA'ya yaptığı açıklamada, Başbakanlık korumalarının özel yetkilerle donatılmış olduğunun anlaşıldığını belirterek, "Alınan bu özel yetkiye göre Başbakanı protesto etme suçunun ilk cezası olay mahallinde ibret olsun diye dayak olarak verilmekte, eğer protesto daha ağır bir dille yapılmışsa bu sefer protestocuyu dağa kaldırma cezası uygulanmaktadırlar" dedi. Korumaların başlarının hiçbir zaman derde girmeyeceğinden emin oldukları için, böyle bir "pervazsızlık" içine girdiklerini kaydeden Ermiş, "Sayın Başbakan ve bu korumaların bağlı olduğu Sayın İçişleri Bakanı bilmelidir ki, protestoculara karşı korumaların attığı her yumruk her tekme ve adam kaldırma dahil her türlü hukuk dışı uygulamadan dolayı, kişisel olarak kendileri de sorumlu olacaktır" diye konuştu.

"İŞKENCE" İDDİASINA SERT TEPKİLER...

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Antalya gezisi sırasında protesto gösterisinde bulunan Ertuğrul Sağlam'a Başkanlık korumaları tarafından işkence yapıldığı iddialarına insan hakları kuruluşları sert tepki gösterdi.

-İHD: "'İŞKENCEYE SIFIR TOLERANS' DİYEN BAŞBAKAN, BUNUN GEREĞİNİ ÖNCE ENSESİNDE DOLAŞANLARDAN BAŞLAYARAK YERİNE GETİRMELİ"

İnsan Hakları Derneği Başkanı Hüsnü Öndül, ANKA'ya yaptığı açıklamada "İşkenceye sıfır tolerans" sloganını üreten bir Başbakanın, bu sloganının gereğini önce yakınında dolaşanlardan başlayarak yerine getirmesi gerektiğini savundu.

Öndül, İnsan Hakları Derneği olarak "İşkence resmi gözaltı merkezlerinin dışına taşmıştır" görüşlerini destekleyen bir şekilde resmi araçlarda işkence yapılmasının ironik bir durum olduğunu kaydetti. Söz konusu olayın, düşünceye tahammülsüzlüğün boyutlarının ifadesi olduğunu söyleyen Öndül şunları dedi:
"İşkence, resmi gözaltı merkezlerinin dışına taşmıştır, derken şimdi işkence resmi araçlarda yapılıyor. Bu kadar yaygınlaştı. Bu nedenle başbakan işkenceye sıfır tolerans söyleminin gereklerini korumalarından yani en yakınından başlayarak yapmalıdır. Bunun gereğini yerine getirmelidir. Düşünceye tahammülsüzlüğün boyutlarının ifadesi bunlar. Sadece yargısal süreçlerin işlemesi değil, yürütme organının tasarrufları bakımından da düşünce özgürlüğüne yönelik baskıyı ifade ediyor. İşkenceye sıfır tolerans söyleminin gereğini hemen korumalarından başlayarak, ensesinde, kolunun yanında dolaşanlardan başlayarak yapmalı."

-TİHV: "BAŞBAKANIN AÇIKLAMALARI BU CESARETİ VERİYOR"

Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Başkanı Yavuz Önen de Türkiye'de bir hukuk devletinin ötesinde 'Polis Devleti' görüntüsü yaşandığının altını çizdi. Bu görüntünün, protesto ve karşı görüş neredeyse orada kendini gösterdiğini belirten Önen, "Başbakanın kendisi de zaten şiddete davet eden açıklamalar yapıyor, cesaretlendirici tavırlar sergiliyor. Başbakanın polisin önünü açtığı söylemek çok kolay. Başbakan her zaman hak arayanları suçlamıştır, polisten yana tavır koymuştur" diye konuştu.

Türkiye İnsan Hakları Vakfı olarak, "Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu"nun bir 'Polis Devleti' hazırlığına işaret olduğunu daha önce söylediklerini ifade eden Önen, 'Polis Devleti'nin protesto ve karşı görüş neredeyse orada kendini gösterdiğini belirterek şunları dedi:
"Başbakanının yanında ya da uzağında olmasının hiçbir farkı yok. Polis her yerde bu şiddeti uyguluyor. Hatta Başbakana yaklaştıkça daha da yetkili ve koruma altında olduğunu hissediyor. Bu nedenle haklarında soruşturma açmak da bir hayli zor. Sorun aslında siyasidir, siyasi iradedir, mevcut AKP hükümeti, Türkiye'yi bir 'Polis Devleti' görüntüsüyle yönetmeyi yeğliyor, olay bundan ibarettir. Bu sürpriz değil, ilk değil son da olmayacak."

-İHOP: "BAŞBAKAN İZİN VERDİYSE İŞKENCE VE KÖTÜ MUAMELEDEN YARGILANMALI"-

İnsan Hakları Ortak Platformu Genel Koordinatörü Feray Salman da böyle bir durumun açıklanamaz olduğunu ifade ederken, hükümetin başında olan birinin korumalarının böyle bir şeyi yapmasının affedilemez olduğunu söyledi. Salman, "İşkenceye sıfır tolerans diyorlarsa, bunda samimilerse, bu korumaları ne yapacakları çok önemli. Bu korumalara bu yetkiyi nasıl verdiklerini veya yetkilerin aşıp aşmadıklarını açıklamaları lazım. Korumaların görevi sorunlarını hükümete ulaştırmak isteyen insanları bertaraf etmek mi, yoksa Başbakanı korumak mı olduğunu açıkça ifade etmeleri lazım" dedi.

Son dönemde vatandaşın sorunlarını Başbakana iletmesi konusunda bu korumaların vatandaşların ağzını kapadığını anlatan Salman, korumaların ifade özgürlüğünü kullanan kişilere karşı gösterdiği tavrın affedilemez olduğunu söyledi. Salman, "Şiddet politikaları uygulamak asla kabul edilemez. Eğer bu yetkiyi veren Başbakanın kendisiyse Başbakanın da işkence ve kötü muamele suçundan yargılanması gerekiyor. Türk Ceza Yasası çok açık. Türkiye ayrıca işkenceye karşı sözleşme imzalandı. Anayasa'nın 90. maddesi gereği eğer başbakan buna izin verdiyse yargılanması gerekir" diye konuştu.

-MAZLUMDER: "SON DÖNEMDE ANTİDEMOKRATİK UYGULAMALAR ARTTI"-

MAZLUMDER Genel Başkanı Ömer Faruk Gergerlioğlu, bu tür görüntülerin yaşanmaması gerektiğini belirtirken, bu durumun 2005 yılı sonrasında Türkiye'nin demokratikleşme yolunda attığı adımları yavaşlatması nedeniyle yaşandığını söyledi. Gergerlioğlu, son dönemde antidemokratik uygulamaların arttığına değinen Gergerlioğlu, Başbakan'ın korumalarının, Başbakanı neye karşı koruduğunun açıklanması gerektiğini kaydetti. Son dönemde Ergenekon ve darbe söylemleri nen ortaya çıkması nedeniyle ortamın gerildiğine işaret eden Gergerlioğlu, "Hükümet, böyle bir ortamı yok etmek için güvenliği artıramaz. Bu ortamı ancak demokratikleşmeyi artırması ile çözülebilir. Başbakan, söz ve eleştiriden korkmaması lazım. Asgari ücret diyen bir vatandaşı dövmezsin, teskin edersin. Başbakanın bunu yapması gerekiyordu" dedi.

BAŞBAKANLIK'TAN AÇIKLAMA

Başbakanlık Basın Merkezi'nden yapılan
açıklamada, bugün bazı gazetelerde yer alan ve Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan'ın 11 Mayıs 2008 tarihindeki Antalya programı sırasında
gerçekleşen bir olayın tek taraflı beyan ve iddialarla haber konusu
yapıldığı kaydedildi.

Başbakanlık Basın Merkezi'nden yapılan yazılı açıklamada şu bilgilere
yer verildi:
"Bugünkü bazı gazetelerde Sayın Başbakanımızın 11 Mayıs 2008 tarihli
Antalya programı sırasında gerçekleşen bir olayın tek taraflı beyan ve
iddialarla haber konusu yapıldığı görülmektedir.

Söz konusu yayınlar üzerine yapılan ilk incelemede, adı geçen şahsın
topluluk içinde yüksek sesle Sayın Başbakanımıza yönelik ağır hakaret ve
tahrik içeren ifadeler kullandığı, bunun üzerine kendisine karşı arzu
edilmeyen tepkilerin oluşmasını engellemek maksadıyla, Başbakanlık
koruma görevlilerinin, şahsı topluluktan uzaklaştırmak için müdahale
ettiği anlaşılmıştır.

Aynı haberlerde, konunun savcılığa intikal ettirildiği anlaşılmakta
olup, Başbakanlık koruma görevlilerine yönelik tek taraflı ve haksız
ithamlar yerine soruşturma neticesinde olayın açıklığa kavuşturulmasını
beklemek gerekmektedir."

14 Mayıs 2008 Çarşamba

Hükümetten çıt yok!

İsmailağa cemaati VATAN ekibini linç etmek istedi... Ne Başbakan aradı ne Vali ne Cerrah!

VATAN ekibinin uğradığı korkunç saldırının ardından hükümet kanadından hiç tepki gelmedi. İçişleri Bakanı Atalay, İstanbul Valisi Güler ve İstanbul Emniyet Müdürü Cerrah gibi yetkililer sanki olay hiç olmamış gibi tek bir açıklama bile yapmadı. Başbakan Erdoğan da, arkadaşlarımız için gazetemizi arayıp geçmiş olsun demedi, açıklama yaparak saldırıyı kınamadı.

 
Yaratılanı sevmiyor mu?

Oysa ’Yaratılanı severim yaradandan ötürü’ sözüyle her fırsatta mağdurların yanında olduğunu söyleyen Erdoğan türbanla ilgili bir haksızlık olduğunda da hemen telefon edip üzüntülerini bildiriyor.

Kozan’daki tören için aradı: Erdoğan, başörtülü olduğu için ödül töreninde kürsüden indirilen İmam Hatip Lisesi öğrencisi Tevhide Kütük’ü telefonla aradı.

Rize’deki başörtüsü için aradı: Ödül töreninden önce türbanını çıkarmaya zorlandığı iddia edilen İHL öğrencisi Emine Elif Azder’i de telefonla teselli etti.

‘Tayyip Erdoğan’ın babasını aradı: Şanlıurfa’da seçim gecesi dünyaya gelen dördüncü çocuğuna ‘Tayyip Erdoğan’ adını veren babayı arayarak, tebrik etti.

İşte Vatan ekibine yapılan lincin görüntüleri

4 Mayıs pazar günü haber yapan muhabirlerimize linç girişiminde bulunan İsmailağa cemaatinin üyeleri amatör bir kamera tarafından saniye saniye görüntülendi. Savcı bu görüntüler üzerine soruşturmayı derinleştirdi

Beykoz Çavuşbaşı’nda İsmailağa cemaatinin lideri Mahmut Ustaosmanoğlu’nun villasının fotoğraflarını çeken VATAN gazetesi ekibine cemaat üyelerince yapılan linç girişimi belgelendi. Vatan ekibine saldırıldığı sırada olay yerinden geçmekte olan biri tarafından çekilen amatör görüntüler önce İstanbul İl Jandarma Alay Komutanlığı’na oradan da delil olarak Beykoz Savcılığı’na iletildi. Gasp ve linç olayını saniye saniye kaydeden çekimler incelendiğinde, sayıları 10 -15 arasında değişen saldırganların hunharca ve acımasızca saldırıları VATAN ekibinin ölümden döndüğünü gösteriyor.
 
 

12 Mayıs 2008 Pazartesi

İki resim arasındaki fark

Arçelik’in maskotu Çelik’in “Benim milyonlarca annem var!” kampanyası çerçevesinde 10 anneyle birlikte fotoğrafı çekilip gazetelere gönderildi. Milli Gazete, anneleri çok açık bulup rötuşla kapattı!
İki resim arasındaki fark
 
Soldan sağa inceleme yapıldığında Arçelik’in maskotu Çelik hariç bütün herkese eklemeler yapıldığı hemen fark ediliyor.

İşte yapılan eklemeler

Soldan sağa doğru inceleme yapıldığında, ayakta duran bütün annelerin elbiselerinin kol boyu uzatılmış. Ayrıca sol baştan dördüncü annenin degajesine yani göğüs dekoltesine müdahalede bulunulmuş. Oturan anneler incelendiğinde ise sol baştaki annenin etek boyuna ekleme yapılmış.
 
Ortadaki annenin eteğine de ekleme yapılırken masadaki çiçeğin de yardımıyla bacağın görünen kısmı kapatılmış. Sağ başta oturan annenin ise kolları uzatılmış. Fotoğraf üzerinde yapılan bu eklemeler, reklam ajansı tarafından da şaşkınla karşılandı.

Bir okuyucudan gelen "Nufus kayitlari" hakkinda yasanmis bir olay

Bugun yasadigim bir olayi, bilgilendirme adina sizlere yolluyorum, malum secimler yaklasiyor... bir kez daha kutuklerinizi kontrol edin sizin evde sizden baska kimler yasiyor ogrenin...
 
'Nasil yani?' dediginizi duyar gibiyim..
 
Gecen gun ben evde yokken biri gelmis ve bir teblig birakmak istemis..Tebligat ( Emniyet mudurlugunden) Emine Gulgun Egeli adina...
Bizde calisan kiz oyle biri yok demesine karsi adam oyle israrci davranmis ki kapici da, kiz da, acaba mi deyip beni cepten aradilar, benden de 'evde kim yasiyor bilmiyormusunuz ne alaka' diye firca da isittiler, olay bitti sanmistim..
 
Bugun tam eve geldigimde kapida bir adam bir zarf elinde bizim kiz ile konusuyor 'iste ev sahibi geldi' dedi.Adam yine bu kisinin kayitlarda bu evde yasadigi muhtarlik ikametlerini incelediklerinde bu evde ikametgahi gorundugunu eger boyle bisi yoksa beyanda bulunmam gerektigini soyliyince tepem bir atti. Bu evde sadece bir Egeli soyadi tasiyan kisi var oda oglum, yuruyun muhtara gidiyoruz neymis bu isin asli dedim ve hep beraber muhtara gittik.. Muhtardaki el ile doldurulan aile kutugunde degil ama bilgisayar kayitlarindan girdiginde o isimli kisi bizim evde yasiyor gorunuyor.. Ben bir sinirle orada (yazili olarak) yanlisligin duzeltilmesini istedigimi soyledim. Ancak muhtarin lafi cok anlamliydi..
 
'Derhal duzelticegim allah kahretmesin hep boyle yapiyorlar secimler yaklasiyor ya bilgisayardan uygun gordukleri yer e sokuyorlar' dedi..
Yani anlayacaginiz sizlerle ayni soyad da birinide sizin eve koymus olabilirler..Resmi tebligat ile kadini aramasalar ruhum duymazdi..biride muhtardan oy kagidini alir ve benim sandigimda oy kullanirdi..
 
Kimbilir daha kac tane vardir..Bence muhtardan hem dairenizde kimlerin yasadigini, hemde bilgisayardan Soyadinizla aratin..

Iranli kadin gazeteciden turban uyarisi : "Her şey yavaş yavaş oluyor gözünüz açık olsun"

Pervin Ardalan, ülkesinde kadına karşı ayrımcılıkla mücadele etmek için başlattığı “1 Milyon İmza Kampanyası” ile 75 bin dolarlık Olof Palme Barış Ödülü’ne layık görüldü. Gazeteci, İsveç’teki ödül törenine gitmek için bindiği uçaktan indirildi ve “toplum düzenini bozma” suçundan 2 yıl hapis cezasına çarptırıldı. 3 sene içerisinde bu “suçu” tekrar ederse, şimdilik ertelenen cezasını çekmek için hapse girecek olan Ardalan, “Mücadeleme devam edeceğim, utanılacak bir şey yapmıyorum” diyor.

NTVMSNBC’ye İslam Devriminin kadın haklarını yok ettiğini söyleyen Ardalan, Türkiye’de sıkça gündeme gelen “Türkiye, İran olur mu?” sorusuna da şu cevabı veriyor: “Demokratik bir ülkede türbanın devlet dayatması değil kişisel özgürlük olmasını destekliyorum. Yine de gözünüz açık olsun.”


İDEOLOJİ SİNSİDİR

“Bizim deneyimimiz kötü bir deneyimdi. Türkiye’de kadınlar ve başörtüsü konusundan bahsedeceksiniz, şunu dikkate almalısınız: İdeoloji, yavaş yavaş her şeyi kontrol altına alır. İran’daki devrim İslam devrimi olduğu kadar, kadın haklarına karşı bir devrimidir ve siyasidir.

İran’da vücudunuzun bir parçası açık görüldüğünde günah sayılıyor. Fakat yasak, durumun palazlanmasına yol açıyor ve daha fazla kadın “seksi” görünmek istiyor. Bir toplumun Müslüman olması, sağlıklı olduğu anlamına gelmiyor.

Bize önce ‘İster takın, ister takmayın, serbesti var’ dediler. Fakat önce devlet dairelerine, sonra diğer resmi dairelere ve kamusal alanın her noktasına bunu yaydılar.

Türkiye’de bununla ilgili gözü açık davranmalısınız. Hükümet laik olduğunu söylüyor ve insanlar takıp takmamak konusunda gerçekten serbest bırakılıyorsa, bunu desteklerim. Bu kişinin kendi özgürlüğü olmalı. İran’da da, Türkiye’de de bu demokratik olgunluğa erişilmesi dileğim.”

İRAN’DA NELERİ DEĞİŞTİRMEK İSTİYORUZ?

“İran’da hukuk kadınlara karşı ayrımcılığı körüklüyor. Örneğin erkeğin boşanma hakkı var, kadının yok. Bu yüzden birçok kadın, aile içi şiddete ya da çeşitli problemlere maruz kalıyor ve hukuk seçim hakkını elinden alıyor.

Hukuk, bir erkeğe dört kadınla evlenebilme hakkı tanıyor. Birçok İranlı kadın bu yüzden aşırı baskı altında olduğunu hissediyor.

Bir kadına miras kalırsa ve bunu paylaşacağı bir erkek varsa, kadın erkeğin aldığının yarısını alıyor. Mahkemeler kadının değil, erkeğin şahitliğini kabul ediyor.

Biz bunları değiştirmek istiyoruz, fakat İran hükümeti bizi ‘ulusal güvenliği tehdit etmekle’ bile suçluyor.”

ÇETİN MÜCADELE

“1 Milyon İmza Kampanyası, İran’da 15 şehirde devam ediyor. Kadınlar, üzerlerinde yaratılmak istenen korkuya rağmen çalışmalara katılıyor.

Ev toplantıları, internet siteleri, bloglar sayesinde haberleşmeleri sürdürüyoruz. Fakat tek sorun, bu konuları radyo televizyon gibi kitle iletişim araçlarından duyurma imkanımızın olmaması. Dolayısıyla kısıtlı imkanlarla çalışıyoruz.”

GÜVENLİĞİMİZ YOK

“Şu anda mahkemede beni bekleyen 3 ayrı dosya var. Hepsi ayrı bir suçtan, ayrı bir ceza talebinde. Fakat biz sivil bir hareketiz ve kanuna aykırı çalışmıyoruz. Görünür olmayı tercih ediyoruz.

Tehlike de burada başlıyor. Görünürlük yakalanıp hapse atılma riskini artırıyor. Biz de polise karşı sürekli gözümüz açık olmak zorundayız.”

İRANLI KADINLARDAN DÜNYAYA MESAJ

“Biz çalışmalarımızı gizli kapaklı değil, toplum önünde, insanların önünde yapıyoruz. Kadının hukuktaki yerinin iyileştirilmesi için çalışıyoruz, bilinci arttırmak için mücadele ediyoruz.

Dünyanın çeşitli ülkelerinde sesimizin yankı bulması, başka kadın grupları ve hükümetlerin de İran hükümeti üzerinde uluslararası baskı oluşturarak bize destek vermesi bizim için çok önemli.”

8 Mayıs 2008 Perşembe

AKP'ye ilginç tepki! Nüfus cüzdanından 'İslam'ı sildirecek!

MUĞLA'nın Bodrum İlçesi'nde kamyon şoförlüğü yapan Hasan Hüseyin Çelebi, nüfus cüzdanından `İslam' yazısını sildirmek için Kaymakamlık ve Nüfus Müdürlüğü'ne dilekçeyle başvuruda bulundu. Çelebi, "Atatürk'ün kurduğu cumhuriyete, ilke ve inkılaplarına karşı acımasızca saldırıya geçen, başta türban olmak üzere birçok konuyu dine alet eden bu AKP Hükümeti, benim gibi dini bütün birçok insanı İslamiyet'ten soğuttu. Bunlar kendilerine `Müslümanım' diyorlarsa ben değilim. Bu yüzden nüfus cüzdanımda dinin yazıldığı sütunun boş kalmasını istiyorum" dedi.

Ankara'nın Sincan İlçesi'nden 2 yıl önce Bodrum'a gelen iki çocuk babası 49 yaşındaki Hasan Hüseyin Çelebi, dilekçeleri verdikten sonra DHA muhabirine açıklama yaptı. AKP Hükümeti tarafından Türklüğe, Atatürk'e ve cumhuriyete yapılan hakaret ve saldırıların artarak devam ettiğini öne süren Çelebi, kendisinin Allah'a yürekten inandığını ve iyi bir Müslüman olduğunu belirterek, "Yüreğimde Allah korkusu var. Yüce Allah bir kesimin değil herkesindir. Bunların, aç insanlara yardım yapıyoruz diyerek reklam yapmaları, takiyyeleri hiçbir Müslümana yakışmaz. Din bölümünde İslam yazmayan nüfus cüzdanımı en kısa sürede alacağım" diye konuştu.

Bir gecede 60 kez kadınla birlikte olan evliyaları yazan hoca'ya ATMA HOCAM dediler

Hürriyet gazetesi bu haberi MANŞETTEN verdi:

Hüseyin Üzmez’le ilgili basında çıkan haberlere "fitne" diyen Vakit Gazetesi’nin görüş aldığı ilahiyat Profesörü Süleyman Uludağ, "Sûfi Gözüyle Kadın" kitabında, "bir gecede 60 kez ilişkide bulunan şeyhleri" anlatıyor.

"Hak erenler ve Allah dostları"nın cinsel gücünün "tam ve mükemmel" olduğunu belirten Prof. Uludağ, 80 yaşındaki bir şeyhi "Bekaretini bozduğu 14 yaşındaki bir kızla ilk gece 60 kere cinsel ilişkide bulundu" diye yazıyor.

VAKİT Gazetesi’nin, yazarı Hüseyin Üzmez’in 14 yaşındaki bir kız çocuğuna cinsel taciz iddiasıyla tutuklanmasına yönelik yayınları "fitne" olarak değerlendirdiği haberinde görüş aldığı İlahiyat Profesörü Süleyman Uludağ, "Sûfi Gözüyle Kadın" adlı kitabında "cinsel gücün keramet olduğunu" savunuyor.

"Hak erenler ve Allah dostları" nın cinsel güç açısından "tam ve mükemmel erkekler" olduğunu vurgulayan Prof. Uludağ, kitabında 80 yaşındaki bir şeyhin gücünü, "Bekaretini bozduğu 14 yaşındaki bir kızla ilk gece 60 kere cinsel ilişkide bulundu" diye anlatıyor. Sedidüddin Muhammed Gaznevi’ye dayandırılan rivayete göre, Jendepil Sagura Reisi’nin istememesine rağmen 14 yaşındaki kızıyla evlenen Şeyh Ahmet Cam Nameti, 60 cinsel birleşmenin yaşandığı gece sonrasında kıza şunları söyler: "Eğer sana acımamış olsaydım, bu sayıyı 100’e çıkarırdım. Artık bir daha annen ’Kızımı 80’lik bir ihtiyara vermek istemem’ diyemezdi."

Uludağ Üniversitesi eski öğretim üyesi Prof. Dr. Süleyman Uludağ, 1998’de İnsan Yayınları’ndan çıkan, aile ve çocuk eğitimini konusunda tasavvufun önemine işaret ettiği "Sûfi Gözüyle Kadın" adlı kitabında, örnekler verdikten sonra şunları aktarıyor:

1000 karısını aynı gece hamile bıraktı

Görüldüğü üzere cinsi güç ve çok ilişki keramet sayılmaktadır. 120 yaşındayken, bir kızın bekaretini izale eden ünlü Zahid, Zirr b. Hubeyş’in menkıbesi, evliyanın cinsel güce verdikleri önemi gösterir. Hz. Zekeriya’nın da çok yaşlı iken oğlu olmuştu. Hz. Süleyman’ın 1000 karısı olduğu, bir gecede hepsini hamile bıraktığı rivayet edilir.

Cennete giren, bakire kızlarla sefa sürer

Başta İbn Abbas ve İbn Mes’ud olmak üzere pek çok alim ve müfessire göre, Yasin Suresi’nin 55. ayeti "Cennete girenler bakirelerin kızlıklarını bozarak safa sürerler" şeklinde. Hoşlarına gittikleri için erkeklerin ikide bir bahis konusu ettikleri ayetin bu yorumuna Rabia Hatun karşı çıkar: "Zavallılar, cennette eşleriyle zevk ve safa sürme derdindeler." Arabi’ye göre cennetlikler aslında Allah’la meşgullerdir. Rabia (ilk evliyalardan) bunun farkında değildir.

Yanlışlıkları medya körüklüyor

Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi eski öğretim üyelerinden Prof. Dr. Süleyman Uludağ, Vakit Gazetesi’nde yer alan açıklamasında şunları söylemişti: "Dinden haberi olmayan insanların yalan yanlış konuşmaları bir yana, bir de bazı ilahiyatçılar gelişi güzel beyanlarda bulunuyorlar. Tehlikeli olan da bu. Bu yanlışlar, her gün medya tarafından sürekli körükleniyor. Toplum kasıtlı olarak bunlarla meşgul ediliyor. İslam böylece yanlış anlaşılıyor. İslam dinini yıpratmak isteyenler de amacına ulaşmış oluyor."

60 defa ilişki yaratılışa aykırı

Yazar İsmail Nacar, konuyla ilgili olarak şunları söyledi: "Türkiye’de, din konusunda bir fitne ortamı olduğu doğrudur. Ama maalesef bunun malzemesini oluşturanlar da bazı ilahiyatçılar ve tarikat şeyhlerinin kitapları, davranışları ve eylemleridir. Bu kültürün ortaya koyduğu din anlayışı ve eylemleridir. Kainatta fiziksel, biyolojik, kimyasal, sosyal yasalar var. Allah’ın koyduğu tabii yasalar da bilimsel ve objektif yasalar çerçevesinde işler. Yani bir erkeğin, bir kadınla bir gecede 60 defa cinsel ilişkiye girmesi, yaratılış yasasına aykırıdır. Azami sınırı vardır. Saçma sapan düşünceler, insanı psikolojik sıkıntıya sokar."

7 Mayıs 2008 Çarşamba

Beykoz "ÇAVUŞBAŞI"nda Cumhuriyet Çıkmazı... Tayyip Sokak... Oruç Market

 
Cumhuriyet Çıkmazı... Tayyip Sokak, Oruç Market!. Beykoz Çavuşbaşı, Fatih Çarşamba olma yolunda

Yüzde 82'si ormanlarla kaplı İstanbul'un ciğerleri konumundaki Beykoz'a bağlı Çavuşbaşı beldesinde İsmailağa cemaati varlığını iyiden iyiye hissettiriyor.

Su HAVZASINDAKİ 2B arazileri muhtarlar tarafından tarikat mensuplarına zilliyet devriyle satılıyor. Tamamı kaçak lüks villalarla dolu belde, tarikatın saklı cenneti gibi!



Beykoz Çavuşbaşı, VATAN ekibini döverek hastanelik eden İsmailağa tarikatının yeni üssü... 1950'lerin sonunda Polonezköy'den ayrılarak muhtarlık verilen, başta Rizeli ve Trabzonlular'ın yaşadığı sonradan Bayburt, Kars ve Malatya'dan aldığı göçlerle kozmopolit bir yapıya bürünen Çavuşbaşı beldesi son 10 yıldır tarikatların rahatça yuvalandığı gözlerden uzak bir merkez oldu... 94 bin dönümlük yeşil arazi üzerine kurulu 25 bin nüfuslu belde, lüks villa inşaatlarıyla dikkat çekiyor. 1990'ların başında İsmailağa cemaatinin yöneticilerinden Cüppeli Ahmet (Ünlü) Hoca'nın Çavuşbaşı'nın Çengeldere mahallesinine yaptırdığı Külliye'ye gidiyoruz. 2B arazisi içinde yer alan Çengeldere'de arsaların metrekare fiyatları sudan ucuz, 40 YTL'den başlıyor.

Miraç Emlak, Fetih Sokak

1999 yılında Defterdarlık tarafından el konan, ardından Milli Eğitim Bakanlığı'na verilen orman içindeki külliyenin ilk bölümünde yer alan Çok Programlı Lise'de 1000'i aşkın öğrenci eğitim görüyor. Yapımı süren ikinci kısımda ise gelecek yıl Anadolu Lisesi'nin hizmete gireceğini öğreniyoruz.



Çengeldere Mahallesi'nden, İsmailağa cemaatinin yoğun olarak yaşadığı Baklacı Mahallesi'ne doğru yöneliyoruz. Yol boyunca Miraç İnşaat Emlak, Oruç Ticaret, Fetih Sokak'ın talebalarının yanısıra Fatih'in Çarşamba mahallesinden alışık olduğumuz kara çarşaflı kadınların görüntüsü gözümüze çarpıyor. Sokaktaki adamlar çember sakallı, sarıklı, cüppeli, şalvarlı... Tarikatın kullandığı Cumhuriyet Çıkmazı Sokak'ta 1976 yılında yapılan Fazilet Camii'ne yaklaştığımızda peşpeşe sıralanmış lüks villalarla karşılaşıyoruz.

'Mahmut Efendi hoş insandır'

Cemaat tarafından kullanılan bir başka camii ise Baklacı Mahallesi Mevlana Caddesi üzerindeki Ebubekir Camii... Girişteki güvenlik kulübesine yaklaşıp, Mahmut Ustaosmanoğlu'nu nerede bulacağımızı soruyoruz. Cemaat üyesi olduğu her halinden belli çember sakallı Ahmet Alarçin (55) elindeki sigaradan bir 'fırt' çektikten sonra "1993'te Çavuşbaşı'na geldiğini, basının Çavuşbaşı'nı abarttığını, Mahmut Hoca Efendiyle uğraştığını" söyleyerek söze başlıyor. "İsmailağa cemaati insanları Hakk'a götüren bir cemaattir. Mahmut Efendi de hoş bir insandır. Ancak basın onun peşine düşüyor. Kendisi yaşlı başlı bir insandır. Dinini tam bilen yok. Nefis Allah'ın düşmanıdır bu da onu anlatır" diyor.

Hoca sağlığı için burada!

Beldenin merkez mahallesi olarak bilinen Çiftlik Mahallesi'ne gidiyoruz. Cemaate sempati duyduğunu gizlemeyen Zihni Kaya (54) ile tanışıyoruz. "Mahmut Hoca Efendi sağlığı nedeniyle buraya geldi" diyen Kaya şöyle devam ediyor: "Mahmut Hoca Efendi'ye doktorlar temiz hava almasını önerdiği için cemaatten yakın insanların davetini kırmayıp buraya geldi. Bu insanların gönüldaşları var ve kendisi iki üç defa Fazilet Camii'ne cuma namazına geldi. Caminin olduğu caddede trafiğin aksaması üzerine şikayet edenler oldu. Bu olay da böyle gündeme getirildi. Burada değişen hiçbir şey yok. Günübirlik gelenler elbette oluyor. Urfa'dan da Aydın'dan da onu sevenler görmek için geliyor ancak basın bunu da abartıyor."

1992 yılında verdiği vaazlarda sakal bırakmanın hak olduğu, kadınların kocalarına itaatkâr davranması gerektiğini söyleyen Cüppeli Ahmet Hoca'nın izinden giden cemaatin yaşadığı beldede dokunun iyiden iyiye "yeşil"e kaydığını görmemek mümkün değil.

Orman içinde villalar

Doğma büyüme Çavuşbaşılı olan ve dokuz yıldır Çengeldere Mahallesi Muhtarlığı yapan Hüseyin Öztürk ise, beldelerinde İsmailağa ve diğer marjinal tarikatların varlığını doğruluyor. Çavuşbaşı'nın şehir merkezine 15 dakikalık mesafesiyle köy ve kent yaşamını birarada sunduğunu söyleyen Öztürk, "O yıllarda külliye tamamlansaydı ciddi anlamda baskı olurdu, gitmek zorunda kalırdık" diyor. İsmailağa tarikatına ev sahipliği yapan Çavuşbaşı'nda yol almaya devam ediyoruz. Kumarhaneciler kralı Ömer Lütfü Topal cinayeti nedeniyle 2000 yılında gözaltına alınıp öbür boyu hapse mahkum edilen Sami Hoştan'ın Yavuz Selim Mahallesi'nde yüksek taş duvarlar arasındaki villasını görüyoruz. AKPET Şirketler Grubu Başkanı Ali Aytemiz'in Çiftlik Mahallesi sınırları içerisinde Çamlık mevkiindeki "Ali Baba Çiftliği" de tüm ihtişamıyla yükseliyor.

Gencallar mağazalarının sahibi Hikmet Gencal ile Huzur Giyim'in ortaklarından Bahadır Gencallar'ın villaları da aynı yerde. Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'a ait olduğu iddia edilen Çamlık'taki 7 dönümlük bir arazi de Çavuşbaşı'nda.

HOCA'NIN CAMİSİ FAZİLET

Beykoz Çavuşbaşı'nın her köşesinde İsmailağa tarikatının izlerini görmek mümkün. Öyle ki 2B arazisine yapılan kaçak camiinin adı bile Fazilet. Cumhuriyet Çıkmazı sokakta yer alan cami için Cuma günleri çok önemli. Çünkü tarikat lideri Mahmut Hoca burada namazını kılıyor. Cami avlusu yollara kadar hocayı görüp dokunmak isteyen cemaatle dolup taşıyor. Beldede lüks villa inşaatları dikkat çekiyor. Villaların hemen hepsi de baraj gölü manzaralı.




__._,_.___